Türkiye siyaseten oldukça çalkantılı bir dönemden geçiyor. Referandum sonrasında ortaya çıkan kutuplaşmalar, 12 Haziran seçimlerinden sonra iyice ayyuka çıktı. YSK'nın Meclis'e indirdiği darbeler, müzakereden uzak milletvekillerinin ve adaylarının tavırlarıyla birleşince sistem kilitlenmeye doğru emin adımlarla ilerliyor. Kendimi hiçbir yerine tam koyamadığım bu kavgadan, ülkede demokrasi isteyen her vatandaş gibi sıyırmam pek mümkün değil. Bazen boğulma derecesine geldiğim şu günlerde arada bir nefes almak istemem de doğal ama nerede ve nasıl? Üstüste patlayan "bomba"lar ve ileriye yönelik kaygılarım beni "asıl dava"ma götürdü nedense... Herkes kendi derdindeyken, kimsenin derdi aslında sorunu çözmek değilken, barış isteyenlerin bile savaş dilini konuşmaya başladıkları şu dönemde Hrant Dink'e sığındım yine. Hrant Dink'in, Karin Karakşlı tarafından seçilen yazılarının toplandığı ikinci kitap olan "Bu Köşedeki Adam"ın satırlarına bıraktım kendimi.
2004 yılında, TRT'nin sabahın körüne koyduğu Türkiye dillerindeki programı dinlemiş olmanın verdiği heyecanı (Hrant Dink'in heyecanı gibi bir heyecanı ama) "Pariluys" yazısında okuyunca, atılan küçük ama kıymetli bir adımın hakkını verdiğini, buradan kendine bir umut yarattığını ve o koca elleriyle ona sımsıkı sarıldığını görünce anladım ki heyecanımı ve umudumu kaybetmek üzereymişim.
İşte tam o anda yeniden çıktı karşıma Hrant Dink...
Sözcüklerinde huzur bulduğum, nefes aldığım oldu onun yazıları...
Uzun zaman sonra yeniden Hrant Dink'in yazılarını okumak, anne rahmine dönmek gibi bir şey oldu benim için...
Keşke... Keşke... Keşke... Sana o kadar ihtiyacımız var ki...